Bu Blogda Ara

9 Kasım 2019 Cumartesi

BU ARALAR YANSIYANLAR

Çok yakında Eruh’taki yaşamımızın 3.ayı dolacak. Zaman hızla akıp gidiyor diyemem. Ya da göz açıp kapayıncaya kadar geçti demem de mümkün değil. Ama bu aslında hoşuma gidiyor. Tıpkı çocukluk çağımızdaki gibi her anı ve her durumu sindire sindire yaşayabildiğim için seviniyorum. Zaten o yüzden zaman böyle yavaş geçiyor gibi geliyor. Her şey bana yeni her yerde şaşırtacak bir manzara görebiliyorum. Mesela çarşının ortasından geçen eşek ailesi gibi :) Bu sıralar çektiğim karelerden devam edelim. Geçen gün okul çıkışında kurs sonunda bize tatlı bir yağmur eşlik etti. Bu kareyi de sevdiğim bir öğrencim çekti ben giderken arkamdan.
Burada çok meyve ağacı var. Fıstık, üzüm, elma, nar, ayva...Çocukların en sevdiğim taraflarından biri ellerinde hep bir meyve olması. Abur cubur da yiyorlar evet ama meyve yiyen çocuklar da çok. Meyve sevmeleri çok güzel. Hal böyle olunca bana da kapıma kadar bir sürü meyve getiren öğrencilerim oluyor. Uzun zamandır bekleyen birikmiş elmalar vardı. Ben de onlardan annemin yaptığı ve onlar için delirdiğim elmalı kurabiyelerden yaptım. Tüm haftadır yiyoruz akşamları çayla. Hiç bitmese keşke :)

Okulumuzun iki kedisi var. Bakanımız da biliyorsunuz Bakanlık bünyesinde Pergel adında bir köpeği sahiplendi. Okullara da bunu önerdi. Biz de hem onun önerisine uymak hem de doğal olarak gelip bizi bulan bu iki cana sahip çıkmak için harekete geçtik. Kedilerimiz her an bizimle. Bahçede oturan öğrencilerimizin böyle kucağına geliyorlar. Öğrencilerin biri geçen hatta onlardan birini ceketinin içine sokmuştu göğsünde ısıtıyordu. O kareyi çekmemişim. İyi ki varlar.

                                           İşte o güzel nar ağaçlarından birisi aşağıda. Etrafta gezerken böyle güzel şeylere rastlamak nasıl mutlu ediyor. Sıkılırım burada sanırdım ama üç aydır hiç başka şehre gitmememe rağmen gayet mutluyum. Yalnızca ailemi çok özlüyorum.


Kurak bir bölgedeyiz. Ama Allah’a şükürler olsun Eruh içinde ağaçlar var. Dağlarda hiç ağaç göremezsiniz ama bahçelerde ağaç çok. Ağaç olmayan bir yerde yaşamam imkansız benim. En sevdiğim hali de aşağıda. Sonbahar renklerine bürünmüş güzelleşmiş bir ağaç.

Okuldan sonra çarşıdan geçerken illa ki böyle yerli ürünler satanlar oluyor. Geçen gün bal kabağı ve kuru fasülye almıştım. Bu hafta da üzüm ve nar satılıyordu. Ben almadım çünkü çocuklarım fazla fazla getiriyorlar. Ama çok güzel görünmüyor mu tam da sonbahar meyveleri. 

 Bu aralar gördüklerim bunlardı. Okulumuzda sınav haftası devam ediyor. O yüzden sık yazamıyorum. Bir yandan da adaylık dosyası hazırlama şu, bu derken aklımdaki yazıları buraya dökmeye fırsat kalmıyor. Ama daha sık yazacağıma söz veriyorum. Kendinize iyi bakın, hoşça kalın !


15 Ekim 2019 Salı

NEDENSİZ BİR YAZI

    Bugün okulda üzüldüğüm bir vaka oldu. Geçen sene sınıfta kalan ve bu sene yine 9.sınıfı tekraren okuyan (!) bir öğrencimiz var. Adı K. Onunla baş etmek herkes için tüm öğretmenler için çok zor bir iş. Hele geçen sene daha da kötüymüş. Benim dersimde de dersle alakadar olmadığı gibi etrafındaki çocukları da ayartan bir tip. Dışarıda onunla konuştum. “Okulda çok mu sıkılıyorsun?” diye sordum. Daha önce kendisinden hiç görmediğim bir içtenlikle , “çoook...” diye cevapladı sorumu. O an içim çok acıdı. Bizler oldukça esasici, basmakalıp öğretmenlerin basmakalıp ders anlatımlarına bile sabır gösterir de böyle arsızca çoook diyemezdik. Sabır gösterdim kendisine. Aslında sıkılacak bir şey olmadığını ama onun kendisini dersin akışına bırakmadığı için derse katılmadığı ve boş durduğu için sıkılıyor olabileceğini izah etmeye çalıştım. Kaldı ki edebiyat dersi genelde öğrencilerin başarabildiği başardığı için de sevdiği bir derstir. Ben de derslerimde hep soru-cevap gibi, videolarla destekleme gibi, oyunlarla öğretim gibi dersi canlı tutacak bir sürü etkinlik kullanmaktayım. Genel olarak kahkaha dolu müthiş eğlenceli dersler işlediğim sınıflar vardır ama K.’nin sınıfı gibi bana direnen, adeta tüm tekniklerimle dalga geçen sınıflar da yok değil.
    Bugün okul bitmiş herkes koşarak okulu terk ediyordu. Koridorda telaşlı bir kadın gördüm. Kucağında bir bebek puseti, içinde de dünyalar tatlısı bir bebek. Kadının yanında da 8-9 yaşlarında şirin bir kız çocuğu. Ben gayriihtiyari kendimi tutamadım bebeğe yöneldim. Ne tatlı şeydi minik elinin biri annesinin üstüne örttüğü yemeniden çıkmış bana uzanmış gibiydi. Elini tuttum bebeğin hemen de gülümsedi bana. O esnada sordum “Birinin velisi misiniz ?” K.’nin annesiymiş meğer. Ben de o anda hemen boşboğazlık edip K.’nin çok yaramaz olduğunu ne yapacağımızı bilemediğimizi söyledim. Kadının gözleri doldu, “Hocam bu çocuk bizim imtihanımız.” diyerek ağlamaya başladı. O an öyle üzüldüm öyle pişman oldum ki. Bu kadarcık sözümün böyle büyük bir tesir bırakmasına da şaşırdım. Üzülmemesini, bir gün elbette onun da düzeleceğini söyledim ve gittim. Az sonra çantamı toparlamış okuldan çıkıyordum ki bu gariban anneyi müdür odasında otururken gördüm açık kapının önünden geçerken. Hararetli konuşan bir de adam karşısında oturuyordu. Açık kapıdan içeri girdim. Birkaç hocamız daha oradaydı. Müdüre Hanım kendilerine K’nin bugün sabahın ilk saatlerinde okulda olduğunu ama sonrasında gittiğini söylüyordu. İşin aslını anlamaya çalıştım. Meğer K. iki gecedir eve gelmiyormuş. Gözü yaşlı annesi kucağında üç aylık bebekle çıkmış okula gelmiş. Masum bir bebek olan kardeşini görür de belki kalbi yumuşar eve döner demiş. Hararetli ve kızgın baba da çaresizdi. Dövmüş olmamış sevmiş olmamış. Öyle üzüldüm ki. İki gündür ailesinden kaçıyor parklarda kötü arkadaşlarıyla sabahlıyor, sigara ve türlü kötü avuntuyla güya avunuyormuş. Annesi eskiden adeta melekti diyordu. Ne oluyor da bu çocuklar şeytana dönüşüyor böyle. Nasıl üzüldüm anlatamam sizlere. Bu kadın gözyaşları içindeyken K.’ye daha büyük öfke duydum. Bir yandan da acıdım. Ah be çocuklar, biz hiç dayak yemedik mi, biz hiç sıkılmaz mıyız hayattan, biz hiç alıp başımızı gitmek istemedik mi sanıyorsunuz. Ama bir yolu var her şeyin. Ben neler yaşadım şu hayatta. Eminim herkes de böyle der. Daha da neler yaşayacağız. Niçin kendimizden ve yaşattıklarımızdan imtihanım diye bahsettirelim. Kendimizi mutlu şeylerle oyalasak iyilikle avunsak olmaz mı ? Güzel şeyler yapmaya çalışsak bir insan olmak için uğraşsak bu uğraşların en güzeli değil midir ? Sonra büyü, öğren, anla dünyayı. Tak sırt çantanı gez diyar diyar. Sana hiç
kimsenin hiçbir şey diyemeyeceği hiç kimsenin hakkında endişelenip senin arkandan ağlamayacağı kadar büyü ama önce. Aklını koy cebine yürü yürüyebildiğin kadar. Gençler, kimsenin sizin özgürlüğünüzle derdi yok ki. Bizim tek derdimiz kanatlarınızın uçabilecek kadar güçlendiğinden emin olmak. Çünkü ne derseniz diyin sizi dünyaya getiren anne babalar biliyor o kanatların güçlenip güçlenmediğini. Anne babalarınızı böyle üzmeyin ne olur...

12 Ekim 2019 Cumartesi

EKİMİN ORTASINDA...

Ekim ayının ortalarına geldik bile. Buralarda hala yazın hükmü devam ediyor. Havalar oldukça sıcak gidiyor. Geldiğimizden beri neredeyse 2 ay geçti. Ve hiçbir gün yağmurlu geçmedi. Benim gibi güneşsever biri için bile bu kadar güneş çok. İnsan yağmuru da özlüyor. Bu topraklar da yağmuru çok özlemiş görünüyor. Sarı tepeler ve kahverengi topraklar adeta yağmur için kendilerini parçalıyorlar. Bu yağmursuzluk bize sonbaharın gelişini de geciktirdi. Evet aylardan bir sonbahar ayı hatta sonbahar mevsiminin de tam ortasındayız şimdi ama içimizde hala yazdan kalma sıcak yorgunluklar. Dinginleşebilmek için, sonbaharı iliklerimizde hissedebilmek için o yağmurlara ihtiyacımız var. Hatta hırka giymeyi ve hafiften üşümeyi bile özledim. Acaba kış bastırınca  bu dediklerimden pişman olacak mıyım ? Kesinlikle olacağım çünkü insanın adı bile nisyan kökünden yani unutmaktan gelmiyor mu ?  Bu dediklerimi unutacağım ve ne kadar soğuk ne çok yağmur yağıyor keşke hep güneş olsa diyeceğim. Az sonra okula gitmek için yola çıkıyorum. Maalesef hafta sonları da dersler devam ediyor. Çok yorucu olması bir yana hiç gezememek en kötüsü. Ama yazın gezeceğimiz güzel yerleri,Ege'mi,denizleri düşününce daha fazla para biriktirme arzusuyla devam ediyorum her gün çalışmaya. Kurslara yalnızca ilgili ve beni yormadan dinleyen çocukların geliyor olması da güzel bir taraf. İyi ki bunu da zorunlu tutmamışlar. Bana kalırsa eğitim zorunlu olmamalı. Tabi lise eğitiminden bahsediyorum. Zorunlu olması yüzünden ergenler okula gelmek istemeyip geldiklerinde de büyük tepki ile davranıyorlar. Şimdi okula gitmek zorundayım hoşça kalınız...

31 Ağustos 2019 Cumartesi

MERHABA GÜZEL VE MAHZUN SONBAHAR !

     Bugün 1 Eylül 2019. Üç yıl deniz kenarındaki karşılamadan sonra bugün sonbaharı yüksek dağların zirvelerine yakın bir coğrafyada karşılamak ne garip. Şu anda evimin balkonunda kendim için hazırladığım köşemdeyim. Karşımda sapsarı kesilmiş kayalıklı dağlar görünüyor. Bu dağların arkasında başka başka yaşamlar olduğuna inanmak güç. Sanki dünya denen yerin son noktası burasıymış gibi hissediyorum. Daha ilerisi ve daha ötesi sanki yok. Denizi evet özlüyorum ama halimden de memnunum. Çünkü bir yerleri ya da bir şeyleri adam etmek bana inanılmaz büyük bir haz veriyor. Dünyaya geliş amacım bu olabilir. Bu vasat apartman dairesinde baş edecek ve adam edecek çok şey var. Bu uğraşlarla okula kadar geçen günlerin nasıl geçtiğini anlamadım. Yarın zaten yeniden okula dönüyoruz. Karşıdaki evin terasında bir kadın uzunca bir dizi biber kurutuyor. Bu sıcak günlerin hala bizimle olduğunu gösterir. Şu an sabah vakti olduğundan huzurlu bir serinlik var tenimde.
      Hakan benim kadar hızlı uyum sağlayamadı bu coğrafyaya. Üstelik beni üzmemek için mi bilmem itiraf da etmiyor zorlandığını. Bu kez de kendi kendine konuşurken buluyorum onu. Stresliyken böyle yapar birkaç kere yakaladım. İçindekileri dışa vurmasını söyledim epey konuştuk. O da kabul etti böylece alışmakta zorlandığını. Onun için bu konuda yapabileceğim pek bir şey yok çünkü kendi içinde kabullenemedikçe benim çabam boşa çıkar. Onun zamana ihtiyacı var. İnanıyorum bu küçük şehre o da alışacak. Çünkü bizi burada uzun bir zaman bekliyor. Eylül burada değiştirdiğimiz ilk ay. Daha onlarca ayımız var burada değişecek. 48 kez ay değişecek biz buradayken. her mevsimden dörder tanesini karşılayacağız. Bu ilk sonbaharımız. Dördüncü sonbaharda yeni ve bambaşka bir yerde olacağız.
    Benim şu an keyfim yerinde yalnızca evle alakalı birkaç şey canımı sıkıyor ama dedim ya uğraşmak hoşuma gidiyor çözmek için. Buralarda insanlar çok umursamaz. Akıl almaz bir rehavet içindeler. Dünya kaygısı hiç yok gibi. Eşeğine binen çırpı toplamaya gidiyor. Çocuklar parklarda başı boş oynuyor. Yolda karşılaştığımız çocuklar hiç çekinmeden, korkmadan bizimle sohbet ediyor hatta sorular soruyorlar bize. Ama olması gereken çok şey var. Eksik çok şey var. Dünyayı güzel ve temiz yaşamak en büyük sorun. Çoğu insan mis gibi olmanın güzeliğini bilmiyor. Ama nasıl olsunlar ki. Kadınlar her sabah ve her akşam yemek hazırlıkları için ateş yakıyor. O is içerisinde insan nasıl güzel kokmayı başarsın. Bazen yakından bazen uzaktan yine bir kadının yaktığı ateşin ya da tandır fırınının is kokusu bize kadar ulaşıyor. Hemen kapıları camları kapatıyorum. Ben henüz o kadar umursuz olamadım demek ki. Anlayacağınız benim burayla alakalı en büyük sorunum kokular. Kokular bana hayatı cennet ya da cehennem edebiliyor çünkü. Koku konusunda çok hassasım. Kötü bir koku aldıysam tüm keyfim kaçıyor. E buradan da sık sık keçiler geçiyor. Küçükken bir keçimiz vardı. Allah'ım dayanılmaz kokardı. Kokular insanı bir yere, bir zamana ışınlama özelliğine sahip bana göre. Buradaki keçi kokusunu duyunca ise hayır çocukluğuma filan ışınlanmıyorum. Direkt kusmam geliyor. Neyse ki kış yaklaşıyor. O zaman bu kokuların kesileceğini düşünüyorum.
     Sonbahardan girdik nerelerden çıktık. İçimi dökmem gelmiş demek. Sonbahar partisinde bu sene Karamürsel'de kızlarla birlikte olamayacağım için çok üzgünüm. Ben de burada kendi partimi organize etmeyi düşünüyorum. Bakalım bizi neler bekliyor. Hoşça kalın şimdilik....

13 Ağustos 2019 Salı

NEDEN ?

Hayatım boyunca kendime binlerce kez sordum. Üzüldüm neden dedim. Yalnız kaldım neden dedim. Korktum neden dedim. Bu soruyu sormayı bırakmak istiyorum. Çünkü aldığım cevaplar yakıcı ve yıkıcı oluyor. Artık tamamen sen bilirsin Rabbim diyeceğim.

14 Haziran 2019 Cuma

TEKERRÜR

Arada sırada durup dururken kalbiniz tekledi mi hiç ? Bazen bana olur.  Kalbim tıkır tıkır işlerken birden ritimsiz birkaç vuruş yapar. Acaba hayatın işleyiş yasası mı ki bu ? Çünkü bizim hayatımızda da her şey yolunda giderken o alakasız kötü ritimler tak tak diye kapıyı çalıyor ve bizi çok rahatsız ediyor. Ne yapacağımı bilemiyorum. Tekrar eden bu sorunlar çok can sıkıyor. Tat kaçırıyor.

13 Mayıs 2019 Pazartesi

ANLATMAK MI ZOR ANLAMAK MI ?

Bugün çok yorgunum. Hayır, koşmadım. Yürümedim. Aksine tüm gün yataktan çıkmadım bile. Yorgunum çünkü kendimi anlattım. Bu saatten sonra bana, daha doğrusu ruhuma en ağır en yorucu gelen şey beni tanıdığına inandığım birine kendimi anlatmaya çalışmak. Bu benim ruhumu emen bir şey. Yanlış anlaşılmaları düzeltmek, yeniden ve yeniden doğrusunu açıklamaya çalışmak çok zor. “Hayır öyle demek istemedim”ler, “Ama sen beni yanlış anlıyorsun”lar, “Derdim ve üzüldüğüm şey bak şu şu şu...”şeklinde sayıp dökmeler ne saçma. Bunu hayatta en yakın bulduğun insana karşı yapmak zorunda olmaksa hem saçma hem çok acı. Halbuki hemhal olmak bu değil. Hemhal olabilirsen birinin sözlerine ihtiyaç duymadan onu anlarsın. Bunu yapmak için fazladan bir çaba gerekmez. Gönlün senin anlamanı sağlar. O kişiyle bir bütün olmak budur çünkü. Bunun sevmekle alakası çoktur. Sevdikçe o insana dikkat kesilirsin. Dikkatini yoğunlaştırdığı da kendiliğinden her hareketini ezberlersin. O zaman da bir durum karşısında gözlerinin hareketlerinden bile halini anlar hale gelirsin. Ne zaman üzgündür, ne istiyordur senden ne bekliyordur, onu nasıl mutlu edersin o hiç söylemeden sen anlarsın. Aşkın bir adı da budur bence...

9 Mayıs 2019 Perşembe

Sakız Sesi

Herkese merhaba. Bugünlerde yolda yürürken, çimlere basarken çıkan ve hafif bir rüzgarda bile ağaçların arasında oluşan seslere dikkat kesildim. Arabaların olmadığı olanların da hareket etmediği bir kasaba burası. İzlediğim bir diziden esinlenerek adını “Umut Vadisi” koydum bu yerin. Umut vadisinde her yer huzurlu bir sükunetle kaplı. Büyüdüğüm şehrin eski küçük hali gibi.  Eskiden yaz akşamlarında balkonumuzda otururken uzaktaki derenin içinde şarkılar söyleyen kurbağaları dinlerdik. Sonra şehrimiz büyüdü ve dolayısıyla sesleri de büyüdü. Kurbağaların şarkısı uğultu içinde kayboldu gitti. Bir sonraki aşamada arabalar çoğaldı ve yolda yürürken ayaklarımızın, adımlarımızın sesini duyamaz olduk. İçimde büyüdükçe bir şey kayboldu. Bu kaybolan şeyi bazı anlar yalnızca anımsıyordum ama ne olduğunu da nasıl yerine getireceğimi de bilmiyordum. Gelmesi için kendimi zorluyordum ama bir anlık bir his adeta sis gibi anında dağılıp gidiyordu. Bunu büyümeme bağlıyordum. Hislerimin köreldiğini düşünüyordum. Bu yıllar sürdü. Ta ki umut vadisinde öğretmenlik yapmaya başlayana kadar. Okuluma yürürken ilkin adımlarımın sesini fark ettim. Ayaklarımı daha çok sürttüm yere öyle hoşuma gitti ki. Sonrasında bir akşam sonsuz bir sessizlik içinde öyle bir ses duydum ki... Aman Allah’ım bir ömre bedel bir an yaşadım. İçim eridi duyduğum an o sesi. Kurbağalar... Yüzlercesi az ötedeki dereden şarkı söylüyordu. O an tatlı yaz akşamı serinliği tenimi okşadı. Babam balkondaki eski sandalyeye oturuverdi. Annem tatlı bir nefes düzeniyle yatağında uyuyordu. Saat geceye ilerliyordu. Kurbağalar şarkı söylüyordu ve o anı yakalamış olmak bir ömre bedeldi. Kaybolan şey geri gelmeye başladı. Hiç umudum yokken yeniden yakaladı beni. O andan çıkıp sarhoş aklımla hayata mutlulukla devam ettim. Bu kasaba bana sesleri geri verdi. Sessizliği geri verdi. Kütüphanede sayfa çevirenlerin seslerini, seherde kuşların seslerini, rüzgarda uğuldayan çamların seslerini çok iyi duyuyorum artık. Sesleri duydukça çocuk ruhum bedenime giriyor. Bu ses uyanışı bir dezavantaj getirdi ama. Bir insanın çiğnediği sakız sesi... işte tatlı sükunetimi bozan bu sesi duymak beni delirtiyor. Bir insan nasıl bunca güzel ses arasında böyle çirkin bir sesin kaynağı olmaktan imtina etmez ? Çünkü fark etmiyor bu sessizliğin güzelliğini. Olsun diğer sesleri yeniden duyabilmeye ve bunun farkındalığına erişebilmeye değer. Bu farkındalığın cilvelerine katlanacağım. Kasabamdan birkaç kare anılarda yerini alsın.




1 Mayıs 2019 Çarşamba

Artık Bir Çalıkuşu...

Ben tam 3 haftadır öğretmenim. Yazarken gözlerim doluyor. Ben 3 haftadır öğretmenim. Tekrarlanası bir şey bu. Bir çalıkuşu gelmiş bir kasabaya yerleşmiş. Masallardaki kasabalar gibi bir yer. Küçük ve elemsiz. Zamansız ve acelesiz bir kasaba. Korkuyordum buraya gelmeden önce delicesine. Ama hepsi meraktanmış daha doğrusu bilinmezlikten. Yola çıkmadan asla bilemezdim yolun güzelliğini.Şimdi burada yaşamaya başladım. Hatta bütün ilk pikniğimizi yaptık. Merakım geçince yerini mutluluk arayışı aldı. Keşif aldı. Her yeri her şeyi keşfetmek istiyorum. Sanki hayata yeni gelmişim gibi. Ben meraklı bir edebiyat öğretmeniyim artık.

6 Mart 2019 Çarşamba

Korkuyu Beklerken

Gecenin bir yarısında uyku zamanım doldu sanıp uyandım. Soluk soluğa bir uyanış... Rüyamda bir kediyi evimden kovuyordum karanlık bir geceye bırakıyordum onu. Üstelik gecenin soğuğunu kendim de hissederken acımasızca onu dışarı çıkarıyordum. Zavallı kedi yalvarır gibi bana baktı sonra da buz gibi geceye baktı. Gitti... Kalbimde bir sızı, vicdanımda bir azapla uyanmışım. Kalbim hızlı hızlı koşuyor ama bir yere varamıyordu uyandığımda. Ne oluyor ki böyle bana ? İnsan ergenlikte kendini arar da bulur deriz. Ben 27’me geldim ama hala tanıyamıyorum kendimi. Bir rüyadan bu kadar neden etkilendim ki. Hemen korkularım ayyuka çıktı. Ailemi düşündüm memleketteki. Onlara bir şey mi oldu ya da olacak diye alev aldı kalbim. Bu aralar beynim her şeyden öylesine korkuyor ki. Dünyanın tüm kaygılarını ben çekiyorum. Tüm kaybetme korkularım su yüzüne çıktı. Böyle yapma diyorum kendime ama nafile. Olumlu düşünmeye çalışıyorum ama olmuyor. Görseniz ama günlük hayatta bedbaht biri asla değilim. Ama altta yatan o derin kaygılar hep benimle. Artık korkulardan seyahatler bile elem olmaya başladı. Yeni bir işim oldu 6 senedir hayal ettiğim bir iş. Ama kaygılar onun tadını çıkarmama bile engel oluyor. Bir kötü şey olacaksa zaten engelleyemem biliyorum. Zaten böyle kaygı çekmek olması kadar berbat bir şey. Önceden ne arabalardan, ne gemilerden, ne uçaktan korkardım. 19 yaşımdayken babamı bir sabah aniden kaybedince ilk kez uçağa bindim. Uçaktan inip beni alan dayımla arabayla çok süratle eve geldik. Bilmiyorum bilinçaltım bu olayları eşleştirdi mi ondan mı böyleyim. Yeni işim öğretmenlik ve uzak bir diyarda. Oraya ulaşabilmem için uçağa binmem şart. Daha şimdiden nasıl bineceğimi düşünüyorum. Ailem ise çok uzakta olacak. Ya bana ihtiyacı olan biri olursa. Yine o sabahki gibi uçağa binip gidersem birini kaybedersem... Eşime bir şey olursa, doğmamış hatta şu an ana rahmine bile düşmemiş ilerideki çocuğuma bir şey olursa, anneme kardeşlerime bir şey olursa, memleketimden uzak bana bir şey olursa, deprem olursa, elektrik kesintisi olur da küçük kardeşim çok korkarsa, taşınırken eşyalarımızı taşıyan kamyon yolları kötü olan yerlerde devrilirse... Bir akış halinde bitmek bilmeden zihnime bu korkular hücum ediyor. Hatta arkadaşımın eşi 14 saat uçağa binecekmiş diye bile korkuyorum. Bu halime en çok neden üzülüyorum bilir musunuz? Çünkü bu sayede imanımı sorguluyorum. Dedim ya kendimi hala arıyorum diye. Yakıştıramıyorum Allah’a inanan birine bu hali. Bu kadar nesneler dünyasına bağlılık iman ile yan yana gelmemesi gereken şeyler. Bu kadar korku ve kaygı ayet ayet kutsal kitabını okuduğuna inanan bir Müslüman’ın kalbinde çelişkiler var demek. İşte asıl çözmem gereken mesele de bu. Asıl korkulacak şey de bu...

4 Ocak 2019 Cuma

Eyvah. Youtuber Oluyorum !

Bugün Youtube tarafından resmen tanındık. Uzun süren incelemeler sonucunda kanalım para kazanmaya uygun görüldü ve reklam konuldu. Çok sevindim. Çok para kazandığım yok şu anda ama bu bir başlangıç. Bunu uzun zamandır bekliyorduk. Bu eşiği geçtiğimiz için asıl mutlu olduk.