Bu Blogda Ara

8 Temmuz 2021 Perşembe

Güle Güle Bebeğim !

 Minik bebeğimle, ilk bebeğimle, aynı bedende 7 hafta 5 gün yaşadık. Onun minicik kalbinin atışına şahit olduk. Direndiğine, mücadelesine tanık olduk. Ama dün bu yolculukta artık yalnız kaldığımızı öğrendik. Çok acı verem bir deneyim. Nasıl ki bir evlat sahibi olmak tarif edilemez ancak yaşanır derler, bu da aynı. Bu acıyı anlatmak imkansız. Kimsenin yaşanmasını da istemem. Minik kalbinin atmayı bıraktığı o son vuruşu düşünüyorum. Bu beni tam kalbimden yaralıyor. Onunla geçen günler öyle tatlıydı ki. Her gün onunla konuşan onu öpen sevgi dolu bir babası, her sabah ona günaydın, her akşam iyi geceler diyip okşayan bir annesi oldu. 8 haftalık annelik babalık tecrübemiz bize ne iyi ebeveynler olacağımızı gösterdi. Dilerim bundan sonraki bebeğimiz sağlıkla bize gelir. Ama asla, ömür boyunca ilk bebeğimi unutmayacağım. O benim için cennette uçan bir beyaz kelebek. Bir gün gelip annesinin omzuna konuverecek. Bu inançla ayaktayım. İlk annelik heyecanımı hiçbir zaman unutmayacağım. 

Seni çok seven annen…

5 Nisan 2020 Pazar

NELER OLUYOR HAYATTA ?

Bir şey itiraf edeceğim ama kızmak yok. Ben bugünlerde evde olmamızı, herkesin kabuğuna çekilmiş halini çok sevdim. Hastanelerde insanların neler çektiğini biliyorum tüm kalbimle her an ama her an dua ediyorum bu sıkıntının bir an önce bitmesi için ama bu duaları ederken bile kalbimin titreşimini hissedebilmeyi bu evde kalma günlerine borçluyum sanırım. Artık öyle bir hale gelmiştik ki ne aldığımız havanın ne içtiğimiz suyun ne ettiğimiz duanın bir hükmü vardı. Toplumun birçok kesimi rezalet ve sefaletlerini güzellik gibi görüyor ve gösteriyordu. Gözlerimiz o kadar kirlenmişti ki kendi ruhumuzu göremez olmuştuk. Kulaklarımız o büyük gürültülerle öyle tıkanmıştı ki ruhumuzu duyamaz olmuştuk. Bu insanoğlunun dünyadaki binlerce yıllık geçmişinin bence en trajik zamanlarıydı. Çünkü kendinden habersiz serseri bir topluluk olmuş ve “öz”ü felsefede fenomen olarak geçen o anlamı yitirmiştik. Daha büyük felaket olabilir mi ya ? Tatsızlaşmıştık, adeta hepimiz saman yiyorduk ve bunu görkemli sofralar sanmaktaydık. Dün akşam aklımı başıma getiren bir paylaşımı olmuş bir bey arkadaşımın. Eşi hanımefendinin doğum günüymüş. Küçük oğullarıyla evdeler elbette. Büyük gösterişli bir parti hazırlayamamışlar. Bir küçük kek üstüne bir çiçek bir mum iliştirmişler. Doğum gününü bu şekilde kutlamışlar. O kadar anlamlı geldi ki. Etrafınızdaki insanlara bir bakın herkes nasıl da sadeleşti. Her şey nasıl da sadeleşti. Eskiden hep böyle değil miydi ? Ben hiçbir zaman kocaman kocaman partilerle doğum günü kutlamadım. Kimse kutlamadı. Hepimiz annemizin yaptığı yamuk yumuk da olsa bir pastayla kutlardık ve inanın o yediğim pastaların tadı artık yok. Ne kadar büyüttük her şeyi anlamıyorum nasıl bu kadar dünyevileşmişiz. Ben kendi adıma dönmek istemiyorum o eski yarış günlerine geri. Baksanıza doğa bile ne anlatmaya çalışıyor bize. Ruhumuz gibi doğa da dinlendi. Hem kendimizi hem doğayı mahvettik biz, öldürdük. Koşturmaca, iş yerleri hırsları rantları, haksızlıkları, gösterişler, o yedi ben de yiyeyim o gezdi ben de gezeyim o giydi ben de giyeyim... Hepsi ama hepsi artık geride kaldı ve anlamsız. Demek öldüğümüzde de böyle hissedeceğiz ben bunu daha hayattayken anlamaktan dolayı çok çok mutluyum. Bu sadeliğe yeniden kavuştuk. Uzun zamandır aradığım bir şey vardı ne olduğu da belli değil. İlk defa kendimi bu kadar onu bulmuş hissediyorum. Sanırım ruhumun çağrısı işte bu. Dinlendim, arındım, değiştim. İnşallah bu değişimi devam ettirebilirim. Şükür ve duayla kalın...

9 Kasım 2019 Cumartesi

BU ARALAR YANSIYANLAR

Çok yakında Eruh’taki yaşamımızın 3.ayı dolacak. Zaman hızla akıp gidiyor diyemem. Ya da göz açıp kapayıncaya kadar geçti demem de mümkün değil. Ama bu aslında hoşuma gidiyor. Tıpkı çocukluk çağımızdaki gibi her anı ve her durumu sindire sindire yaşayabildiğim için seviniyorum. Zaten o yüzden zaman böyle yavaş geçiyor gibi geliyor. Her şey bana yeni her yerde şaşırtacak bir manzara görebiliyorum. Mesela çarşının ortasından geçen eşek ailesi gibi :) Bu sıralar çektiğim karelerden devam edelim. Geçen gün okul çıkışında kurs sonunda bize tatlı bir yağmur eşlik etti. Bu kareyi de sevdiğim bir öğrencim çekti ben giderken arkamdan.
Burada çok meyve ağacı var. Fıstık, üzüm, elma, nar, ayva...Çocukların en sevdiğim taraflarından biri ellerinde hep bir meyve olması. Abur cubur da yiyorlar evet ama meyve yiyen çocuklar da çok. Meyve sevmeleri çok güzel. Hal böyle olunca bana da kapıma kadar bir sürü meyve getiren öğrencilerim oluyor. Uzun zamandır bekleyen birikmiş elmalar vardı. Ben de onlardan annemin yaptığı ve onlar için delirdiğim elmalı kurabiyelerden yaptım. Tüm haftadır yiyoruz akşamları çayla. Hiç bitmese keşke :)

Okulumuzun iki kedisi var. Bakanımız da biliyorsunuz Bakanlık bünyesinde Pergel adında bir köpeği sahiplendi. Okullara da bunu önerdi. Biz de hem onun önerisine uymak hem de doğal olarak gelip bizi bulan bu iki cana sahip çıkmak için harekete geçtik. Kedilerimiz her an bizimle. Bahçede oturan öğrencilerimizin böyle kucağına geliyorlar. Öğrencilerin biri geçen hatta onlardan birini ceketinin içine sokmuştu göğsünde ısıtıyordu. O kareyi çekmemişim. İyi ki varlar.

                                           İşte o güzel nar ağaçlarından birisi aşağıda. Etrafta gezerken böyle güzel şeylere rastlamak nasıl mutlu ediyor. Sıkılırım burada sanırdım ama üç aydır hiç başka şehre gitmememe rağmen gayet mutluyum. Yalnızca ailemi çok özlüyorum.


Kurak bir bölgedeyiz. Ama Allah’a şükürler olsun Eruh içinde ağaçlar var. Dağlarda hiç ağaç göremezsiniz ama bahçelerde ağaç çok. Ağaç olmayan bir yerde yaşamam imkansız benim. En sevdiğim hali de aşağıda. Sonbahar renklerine bürünmüş güzelleşmiş bir ağaç.

Okuldan sonra çarşıdan geçerken illa ki böyle yerli ürünler satanlar oluyor. Geçen gün bal kabağı ve kuru fasülye almıştım. Bu hafta da üzüm ve nar satılıyordu. Ben almadım çünkü çocuklarım fazla fazla getiriyorlar. Ama çok güzel görünmüyor mu tam da sonbahar meyveleri. 

 Bu aralar gördüklerim bunlardı. Okulumuzda sınav haftası devam ediyor. O yüzden sık yazamıyorum. Bir yandan da adaylık dosyası hazırlama şu, bu derken aklımdaki yazıları buraya dökmeye fırsat kalmıyor. Ama daha sık yazacağıma söz veriyorum. Kendinize iyi bakın, hoşça kalın !


15 Ekim 2019 Salı

NEDENSİZ BİR YAZI

    Bugün okulda üzüldüğüm bir vaka oldu. Geçen sene sınıfta kalan ve bu sene yine 9.sınıfı tekraren okuyan (!) bir öğrencimiz var. Adı K. Onunla baş etmek herkes için tüm öğretmenler için çok zor bir iş. Hele geçen sene daha da kötüymüş. Benim dersimde de dersle alakadar olmadığı gibi etrafındaki çocukları da ayartan bir tip. Dışarıda onunla konuştum. “Okulda çok mu sıkılıyorsun?” diye sordum. Daha önce kendisinden hiç görmediğim bir içtenlikle , “çoook...” diye cevapladı sorumu. O an içim çok acıdı. Bizler oldukça esasici, basmakalıp öğretmenlerin basmakalıp ders anlatımlarına bile sabır gösterir de böyle arsızca çoook diyemezdik. Sabır gösterdim kendisine. Aslında sıkılacak bir şey olmadığını ama onun kendisini dersin akışına bırakmadığı için derse katılmadığı ve boş durduğu için sıkılıyor olabileceğini izah etmeye çalıştım. Kaldı ki edebiyat dersi genelde öğrencilerin başarabildiği başardığı için de sevdiği bir derstir. Ben de derslerimde hep soru-cevap gibi, videolarla destekleme gibi, oyunlarla öğretim gibi dersi canlı tutacak bir sürü etkinlik kullanmaktayım. Genel olarak kahkaha dolu müthiş eğlenceli dersler işlediğim sınıflar vardır ama K.’nin sınıfı gibi bana direnen, adeta tüm tekniklerimle dalga geçen sınıflar da yok değil.
    Bugün okul bitmiş herkes koşarak okulu terk ediyordu. Koridorda telaşlı bir kadın gördüm. Kucağında bir bebek puseti, içinde de dünyalar tatlısı bir bebek. Kadının yanında da 8-9 yaşlarında şirin bir kız çocuğu. Ben gayriihtiyari kendimi tutamadım bebeğe yöneldim. Ne tatlı şeydi minik elinin biri annesinin üstüne örttüğü yemeniden çıkmış bana uzanmış gibiydi. Elini tuttum bebeğin hemen de gülümsedi bana. O esnada sordum “Birinin velisi misiniz ?” K.’nin annesiymiş meğer. Ben de o anda hemen boşboğazlık edip K.’nin çok yaramaz olduğunu ne yapacağımızı bilemediğimizi söyledim. Kadının gözleri doldu, “Hocam bu çocuk bizim imtihanımız.” diyerek ağlamaya başladı. O an öyle üzüldüm öyle pişman oldum ki. Bu kadarcık sözümün böyle büyük bir tesir bırakmasına da şaşırdım. Üzülmemesini, bir gün elbette onun da düzeleceğini söyledim ve gittim. Az sonra çantamı toparlamış okuldan çıkıyordum ki bu gariban anneyi müdür odasında otururken gördüm açık kapının önünden geçerken. Hararetli konuşan bir de adam karşısında oturuyordu. Açık kapıdan içeri girdim. Birkaç hocamız daha oradaydı. Müdüre Hanım kendilerine K’nin bugün sabahın ilk saatlerinde okulda olduğunu ama sonrasında gittiğini söylüyordu. İşin aslını anlamaya çalıştım. Meğer K. iki gecedir eve gelmiyormuş. Gözü yaşlı annesi kucağında üç aylık bebekle çıkmış okula gelmiş. Masum bir bebek olan kardeşini görür de belki kalbi yumuşar eve döner demiş. Hararetli ve kızgın baba da çaresizdi. Dövmüş olmamış sevmiş olmamış. Öyle üzüldüm ki. İki gündür ailesinden kaçıyor parklarda kötü arkadaşlarıyla sabahlıyor, sigara ve türlü kötü avuntuyla güya avunuyormuş. Annesi eskiden adeta melekti diyordu. Ne oluyor da bu çocuklar şeytana dönüşüyor böyle. Nasıl üzüldüm anlatamam sizlere. Bu kadın gözyaşları içindeyken K.’ye daha büyük öfke duydum. Bir yandan da acıdım. Ah be çocuklar, biz hiç dayak yemedik mi, biz hiç sıkılmaz mıyız hayattan, biz hiç alıp başımızı gitmek istemedik mi sanıyorsunuz. Ama bir yolu var her şeyin. Ben neler yaşadım şu hayatta. Eminim herkes de böyle der. Daha da neler yaşayacağız. Niçin kendimizden ve yaşattıklarımızdan imtihanım diye bahsettirelim. Kendimizi mutlu şeylerle oyalasak iyilikle avunsak olmaz mı ? Güzel şeyler yapmaya çalışsak bir insan olmak için uğraşsak bu uğraşların en güzeli değil midir ? Sonra büyü, öğren, anla dünyayı. Tak sırt çantanı gez diyar diyar. Sana hiç
kimsenin hiçbir şey diyemeyeceği hiç kimsenin hakkında endişelenip senin arkandan ağlamayacağı kadar büyü ama önce. Aklını koy cebine yürü yürüyebildiğin kadar. Gençler, kimsenin sizin özgürlüğünüzle derdi yok ki. Bizim tek derdimiz kanatlarınızın uçabilecek kadar güçlendiğinden emin olmak. Çünkü ne derseniz diyin sizi dünyaya getiren anne babalar biliyor o kanatların güçlenip güçlenmediğini. Anne babalarınızı böyle üzmeyin ne olur...

12 Ekim 2019 Cumartesi

EKİMİN ORTASINDA...

Ekim ayının ortalarına geldik bile. Buralarda hala yazın hükmü devam ediyor. Havalar oldukça sıcak gidiyor. Geldiğimizden beri neredeyse 2 ay geçti. Ve hiçbir gün yağmurlu geçmedi. Benim gibi güneşsever biri için bile bu kadar güneş çok. İnsan yağmuru da özlüyor. Bu topraklar da yağmuru çok özlemiş görünüyor. Sarı tepeler ve kahverengi topraklar adeta yağmur için kendilerini parçalıyorlar. Bu yağmursuzluk bize sonbaharın gelişini de geciktirdi. Evet aylardan bir sonbahar ayı hatta sonbahar mevsiminin de tam ortasındayız şimdi ama içimizde hala yazdan kalma sıcak yorgunluklar. Dinginleşebilmek için, sonbaharı iliklerimizde hissedebilmek için o yağmurlara ihtiyacımız var. Hatta hırka giymeyi ve hafiften üşümeyi bile özledim. Acaba kış bastırınca  bu dediklerimden pişman olacak mıyım ? Kesinlikle olacağım çünkü insanın adı bile nisyan kökünden yani unutmaktan gelmiyor mu ?  Bu dediklerimi unutacağım ve ne kadar soğuk ne çok yağmur yağıyor keşke hep güneş olsa diyeceğim. Az sonra okula gitmek için yola çıkıyorum. Maalesef hafta sonları da dersler devam ediyor. Çok yorucu olması bir yana hiç gezememek en kötüsü. Ama yazın gezeceğimiz güzel yerleri,Ege'mi,denizleri düşününce daha fazla para biriktirme arzusuyla devam ediyorum her gün çalışmaya. Kurslara yalnızca ilgili ve beni yormadan dinleyen çocukların geliyor olması da güzel bir taraf. İyi ki bunu da zorunlu tutmamışlar. Bana kalırsa eğitim zorunlu olmamalı. Tabi lise eğitiminden bahsediyorum. Zorunlu olması yüzünden ergenler okula gelmek istemeyip geldiklerinde de büyük tepki ile davranıyorlar. Şimdi okula gitmek zorundayım hoşça kalınız...

31 Ağustos 2019 Cumartesi

MERHABA GÜZEL VE MAHZUN SONBAHAR !

     Bugün 1 Eylül 2019. Üç yıl deniz kenarındaki karşılamadan sonra bugün sonbaharı yüksek dağların zirvelerine yakın bir coğrafyada karşılamak ne garip. Şu anda evimin balkonunda kendim için hazırladığım köşemdeyim. Karşımda sapsarı kesilmiş kayalıklı dağlar görünüyor. Bu dağların arkasında başka başka yaşamlar olduğuna inanmak güç. Sanki dünya denen yerin son noktası burasıymış gibi hissediyorum. Daha ilerisi ve daha ötesi sanki yok. Denizi evet özlüyorum ama halimden de memnunum. Çünkü bir yerleri ya da bir şeyleri adam etmek bana inanılmaz büyük bir haz veriyor. Dünyaya geliş amacım bu olabilir. Bu vasat apartman dairesinde baş edecek ve adam edecek çok şey var. Bu uğraşlarla okula kadar geçen günlerin nasıl geçtiğini anlamadım. Yarın zaten yeniden okula dönüyoruz. Karşıdaki evin terasında bir kadın uzunca bir dizi biber kurutuyor. Bu sıcak günlerin hala bizimle olduğunu gösterir. Şu an sabah vakti olduğundan huzurlu bir serinlik var tenimde.
      Hakan benim kadar hızlı uyum sağlayamadı bu coğrafyaya. Üstelik beni üzmemek için mi bilmem itiraf da etmiyor zorlandığını. Bu kez de kendi kendine konuşurken buluyorum onu. Stresliyken böyle yapar birkaç kere yakaladım. İçindekileri dışa vurmasını söyledim epey konuştuk. O da kabul etti böylece alışmakta zorlandığını. Onun için bu konuda yapabileceğim pek bir şey yok çünkü kendi içinde kabullenemedikçe benim çabam boşa çıkar. Onun zamana ihtiyacı var. İnanıyorum bu küçük şehre o da alışacak. Çünkü bizi burada uzun bir zaman bekliyor. Eylül burada değiştirdiğimiz ilk ay. Daha onlarca ayımız var burada değişecek. 48 kez ay değişecek biz buradayken. her mevsimden dörder tanesini karşılayacağız. Bu ilk sonbaharımız. Dördüncü sonbaharda yeni ve bambaşka bir yerde olacağız.
    Benim şu an keyfim yerinde yalnızca evle alakalı birkaç şey canımı sıkıyor ama dedim ya uğraşmak hoşuma gidiyor çözmek için. Buralarda insanlar çok umursamaz. Akıl almaz bir rehavet içindeler. Dünya kaygısı hiç yok gibi. Eşeğine binen çırpı toplamaya gidiyor. Çocuklar parklarda başı boş oynuyor. Yolda karşılaştığımız çocuklar hiç çekinmeden, korkmadan bizimle sohbet ediyor hatta sorular soruyorlar bize. Ama olması gereken çok şey var. Eksik çok şey var. Dünyayı güzel ve temiz yaşamak en büyük sorun. Çoğu insan mis gibi olmanın güzeliğini bilmiyor. Ama nasıl olsunlar ki. Kadınlar her sabah ve her akşam yemek hazırlıkları için ateş yakıyor. O is içerisinde insan nasıl güzel kokmayı başarsın. Bazen yakından bazen uzaktan yine bir kadının yaktığı ateşin ya da tandır fırınının is kokusu bize kadar ulaşıyor. Hemen kapıları camları kapatıyorum. Ben henüz o kadar umursuz olamadım demek ki. Anlayacağınız benim burayla alakalı en büyük sorunum kokular. Kokular bana hayatı cennet ya da cehennem edebiliyor çünkü. Koku konusunda çok hassasım. Kötü bir koku aldıysam tüm keyfim kaçıyor. E buradan da sık sık keçiler geçiyor. Küçükken bir keçimiz vardı. Allah'ım dayanılmaz kokardı. Kokular insanı bir yere, bir zamana ışınlama özelliğine sahip bana göre. Buradaki keçi kokusunu duyunca ise hayır çocukluğuma filan ışınlanmıyorum. Direkt kusmam geliyor. Neyse ki kış yaklaşıyor. O zaman bu kokuların kesileceğini düşünüyorum.
     Sonbahardan girdik nerelerden çıktık. İçimi dökmem gelmiş demek. Sonbahar partisinde bu sene Karamürsel'de kızlarla birlikte olamayacağım için çok üzgünüm. Ben de burada kendi partimi organize etmeyi düşünüyorum. Bakalım bizi neler bekliyor. Hoşça kalın şimdilik....

13 Ağustos 2019 Salı

NEDEN ?

Hayatım boyunca kendime binlerce kez sordum. Üzüldüm neden dedim. Yalnız kaldım neden dedim. Korktum neden dedim. Bu soruyu sormayı bırakmak istiyorum. Çünkü aldığım cevaplar yakıcı ve yıkıcı oluyor. Artık tamamen sen bilirsin Rabbim diyeceğim.