Bu Blogda Ara

15 Ekim 2019 Salı

NEDENSİZ BİR YAZI

    Bugün okulda üzüldüğüm bir vaka oldu. Geçen sene sınıfta kalan ve bu sene yine 9.sınıfı tekraren okuyan (!) bir öğrencimiz var. Adı K. Onunla baş etmek herkes için tüm öğretmenler için çok zor bir iş. Hele geçen sene daha da kötüymüş. Benim dersimde de dersle alakadar olmadığı gibi etrafındaki çocukları da ayartan bir tip. Dışarıda onunla konuştum. “Okulda çok mu sıkılıyorsun?” diye sordum. Daha önce kendisinden hiç görmediğim bir içtenlikle , “çoook...” diye cevapladı sorumu. O an içim çok acıdı. Bizler oldukça esasici, basmakalıp öğretmenlerin basmakalıp ders anlatımlarına bile sabır gösterir de böyle arsızca çoook diyemezdik. Sabır gösterdim kendisine. Aslında sıkılacak bir şey olmadığını ama onun kendisini dersin akışına bırakmadığı için derse katılmadığı ve boş durduğu için sıkılıyor olabileceğini izah etmeye çalıştım. Kaldı ki edebiyat dersi genelde öğrencilerin başarabildiği başardığı için de sevdiği bir derstir. Ben de derslerimde hep soru-cevap gibi, videolarla destekleme gibi, oyunlarla öğretim gibi dersi canlı tutacak bir sürü etkinlik kullanmaktayım. Genel olarak kahkaha dolu müthiş eğlenceli dersler işlediğim sınıflar vardır ama K.’nin sınıfı gibi bana direnen, adeta tüm tekniklerimle dalga geçen sınıflar da yok değil.
    Bugün okul bitmiş herkes koşarak okulu terk ediyordu. Koridorda telaşlı bir kadın gördüm. Kucağında bir bebek puseti, içinde de dünyalar tatlısı bir bebek. Kadının yanında da 8-9 yaşlarında şirin bir kız çocuğu. Ben gayriihtiyari kendimi tutamadım bebeğe yöneldim. Ne tatlı şeydi minik elinin biri annesinin üstüne örttüğü yemeniden çıkmış bana uzanmış gibiydi. Elini tuttum bebeğin hemen de gülümsedi bana. O esnada sordum “Birinin velisi misiniz ?” K.’nin annesiymiş meğer. Ben de o anda hemen boşboğazlık edip K.’nin çok yaramaz olduğunu ne yapacağımızı bilemediğimizi söyledim. Kadının gözleri doldu, “Hocam bu çocuk bizim imtihanımız.” diyerek ağlamaya başladı. O an öyle üzüldüm öyle pişman oldum ki. Bu kadarcık sözümün böyle büyük bir tesir bırakmasına da şaşırdım. Üzülmemesini, bir gün elbette onun da düzeleceğini söyledim ve gittim. Az sonra çantamı toparlamış okuldan çıkıyordum ki bu gariban anneyi müdür odasında otururken gördüm açık kapının önünden geçerken. Hararetli konuşan bir de adam karşısında oturuyordu. Açık kapıdan içeri girdim. Birkaç hocamız daha oradaydı. Müdüre Hanım kendilerine K’nin bugün sabahın ilk saatlerinde okulda olduğunu ama sonrasında gittiğini söylüyordu. İşin aslını anlamaya çalıştım. Meğer K. iki gecedir eve gelmiyormuş. Gözü yaşlı annesi kucağında üç aylık bebekle çıkmış okula gelmiş. Masum bir bebek olan kardeşini görür de belki kalbi yumuşar eve döner demiş. Hararetli ve kızgın baba da çaresizdi. Dövmüş olmamış sevmiş olmamış. Öyle üzüldüm ki. İki gündür ailesinden kaçıyor parklarda kötü arkadaşlarıyla sabahlıyor, sigara ve türlü kötü avuntuyla güya avunuyormuş. Annesi eskiden adeta melekti diyordu. Ne oluyor da bu çocuklar şeytana dönüşüyor böyle. Nasıl üzüldüm anlatamam sizlere. Bu kadın gözyaşları içindeyken K.’ye daha büyük öfke duydum. Bir yandan da acıdım. Ah be çocuklar, biz hiç dayak yemedik mi, biz hiç sıkılmaz mıyız hayattan, biz hiç alıp başımızı gitmek istemedik mi sanıyorsunuz. Ama bir yolu var her şeyin. Ben neler yaşadım şu hayatta. Eminim herkes de böyle der. Daha da neler yaşayacağız. Niçin kendimizden ve yaşattıklarımızdan imtihanım diye bahsettirelim. Kendimizi mutlu şeylerle oyalasak iyilikle avunsak olmaz mı ? Güzel şeyler yapmaya çalışsak bir insan olmak için uğraşsak bu uğraşların en güzeli değil midir ? Sonra büyü, öğren, anla dünyayı. Tak sırt çantanı gez diyar diyar. Sana hiç
kimsenin hiçbir şey diyemeyeceği hiç kimsenin hakkında endişelenip senin arkandan ağlamayacağı kadar büyü ama önce. Aklını koy cebine yürü yürüyebildiğin kadar. Gençler, kimsenin sizin özgürlüğünüzle derdi yok ki. Bizim tek derdimiz kanatlarınızın uçabilecek kadar güçlendiğinden emin olmak. Çünkü ne derseniz diyin sizi dünyaya getiren anne babalar biliyor o kanatların güçlenip güçlenmediğini. Anne babalarınızı böyle üzmeyin ne olur...

12 Ekim 2019 Cumartesi

EKİMİN ORTASINDA...

Ekim ayının ortalarına geldik bile. Buralarda hala yazın hükmü devam ediyor. Havalar oldukça sıcak gidiyor. Geldiğimizden beri neredeyse 2 ay geçti. Ve hiçbir gün yağmurlu geçmedi. Benim gibi güneşsever biri için bile bu kadar güneş çok. İnsan yağmuru da özlüyor. Bu topraklar da yağmuru çok özlemiş görünüyor. Sarı tepeler ve kahverengi topraklar adeta yağmur için kendilerini parçalıyorlar. Bu yağmursuzluk bize sonbaharın gelişini de geciktirdi. Evet aylardan bir sonbahar ayı hatta sonbahar mevsiminin de tam ortasındayız şimdi ama içimizde hala yazdan kalma sıcak yorgunluklar. Dinginleşebilmek için, sonbaharı iliklerimizde hissedebilmek için o yağmurlara ihtiyacımız var. Hatta hırka giymeyi ve hafiften üşümeyi bile özledim. Acaba kış bastırınca  bu dediklerimden pişman olacak mıyım ? Kesinlikle olacağım çünkü insanın adı bile nisyan kökünden yani unutmaktan gelmiyor mu ?  Bu dediklerimi unutacağım ve ne kadar soğuk ne çok yağmur yağıyor keşke hep güneş olsa diyeceğim. Az sonra okula gitmek için yola çıkıyorum. Maalesef hafta sonları da dersler devam ediyor. Çok yorucu olması bir yana hiç gezememek en kötüsü. Ama yazın gezeceğimiz güzel yerleri,Ege'mi,denizleri düşününce daha fazla para biriktirme arzusuyla devam ediyorum her gün çalışmaya. Kurslara yalnızca ilgili ve beni yormadan dinleyen çocukların geliyor olması da güzel bir taraf. İyi ki bunu da zorunlu tutmamışlar. Bana kalırsa eğitim zorunlu olmamalı. Tabi lise eğitiminden bahsediyorum. Zorunlu olması yüzünden ergenler okula gelmek istemeyip geldiklerinde de büyük tepki ile davranıyorlar. Şimdi okula gitmek zorundayım hoşça kalınız...